21 Ağustos 2015 Cuma

Aslının Suçu Ne?



Yayınlandığı günden beri hala konuşulmakta olan, henüz gündemden düşmemiş olan bir konu, Aslı Çakır Alptekin'in doping yaparak şampiyon olması. Kötü haber cazibelidir, dikkati üzerine çeker ve çabucak yayılır, herkesin içindeki enerjisini ve vizyonunu ortaya çıkartır.

Bu ne ilk, ne de son doping haberi olacaktır. Özellikle de iddia ediyorum, Türk sporcuları ve doping ikilisi daima beraber anılacak iki bilgi olarak haber manşetlerinde yer almaya ilelebet devam edecektir.

Nedenlerini birkaç madde ile sıralayacağım, dikkat, bunun içinde kendiniz de yer alabilirsiniz, çuvaldızı kendinize batırmadığınız müddetçe iğneyi başkasına batırmayın.

1) Spor, bizim kültürümüzde var olmayan bir olgudur. Eğer tv karşısında veya tribünde otururken 90 dakikanın 80'inde küfür ederek, yüksek desibelden bağırıp çevreye olumsuz enerji ve rahatsızlık yayarken spor yaptığınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

2) Spor giyinip, spor araba kullanarak da sporcu olunmuyor, veya seri üretim motorlu aracını modifiye ettirip, özellikle de soba borusu egzoz taktırıp "spor görünüm ve hava" kattırarak da sportif bir hayata erişemezsiniz. Mahalle arasında 30km hız sınırı varken, her virajı patinaj çekerek geçmek de sportif kimlik kazandırmıyor, maalesef.

3) Saltanat misali edindiğiniz futbol veya basketbol takımı taraftarlığınız, her yıl bu kulüplere diğer fanatiklerle beraber milyon dolarlar kazandırsa da, siz, tuttuğunuz takımın bir sporcusu maçı, karşılaşmayı kazandıran bir gol veya basket attığında veya ferdi olarak birinci geldiğinde her seferinde şiddet seviyesinde bir desibelden bağırıp haykırırken, arkadaşlarınızla arabalara atlayıp bütün şehirde veya mahallede sürekli korna çalıp bir de amaçsızca doğaya karbon gazı salarken, trafiği kilitlerken iyi bir taraftar veya sporcu hayranı da olamıyorsunuz.

Çünkü;

Uğruna kurban olacağınızı samimiyetsizce söylediğiniz sporcu veya sporcular, başarılı olduklarında size göre bir yöntemle sevinirken, başarısız olduklarında düşmanınız haline geliyorlar ve o kişiyi doğuran ailesine, inandığı dine ve kutsal kitabına tecavüz edecek kadar ileri giden sapkın cümlelerde nefretinizi kusuyorsunuz.

Aslında sizin önemsediğiniz oradaki sporcu değil, o kişilik, o benlik, o birey değildir. Sizin önemsediğiniz şey, kendi duygu durumunuzu değiştirebilecek kadar ilgi gören bir kaynağın sizin enerjinizi yönetmesine izin vermenizdir. O kaynak (sporcu) başarılı da olsa siz gürültü yaparak enerjinizi atarsınız, başarısız olsa da, küfür edip, etrafa zarar vererek enerjinizi atarsınız, bir nevi ruhsal masturbasyon, rahatlama halidir.

Buraya kadar hayran ve fanatikler açısından ele aldık.
Demek ki sporcuyu taraftar ve hayran tarafında takan yoktur. Bu durumda sporcu önemli mi? Değerli mi? HAYIR.

Bir sporcu, gelişimi esnasında birçok zorluk ve engelle karşılaşır. Bunu branşına, hedefine, koşullarına göre çok çok veya çok sayıda olarak düşünebiliriz. Az zorlukla karşılaşmış şampiyon bir sporcu bulmanız neredeyse imkansızdır. Fakat engel durumu bizim ülkemiz gibi gelişmemiş ülkelere hastır.

Zorluk ve mücadele, sporun içinde vardır ve var olacaktır. Zoru sevmeyen insanlar başarılı sporcu olamazlar. Fakat zorluk başka, engel başka birşeydir. Engel, olmaması gereken, moral ve motivasyonu bozan üst seviyede bir zorluktur ve yapaydır, insanlar tarafından oluşturulur, aynı 110metre engelli koşusu gibi. Orada pistteki engelleri insanlar oluşturup yerleştirirler. Fakat bir ultramaraton yarışının geçtiği dik arazi parkurunda engel değil, zorluk vardır ve hepsi de aşılabilir.

Bir sporcu doğduğu andan itibaren, diğer tüm sedanter (halk diliyle hareket etmeyen, hımbıl) bireyler gibi yetiştirilmesi esnasında "yapma- etme, yapamazsın, yaşın küçük, sen uygun değilsin" gibi önyargılı ve yanlış yerleşmiş geleneklerle büyütülür ve özgüvenleri, üretkenlikleri köreltilir. Suçlu kim? AİLELER, EBEVEYNLER.



Sporcu olacak çocuk okula gönderilir, sporu içine alan ders olarak zannedilen Beden eğitimi dersinde, ya öğretmen gelmez, ya gelir birşeyden anlamaz, ya birisi bir soruna sebep olmuştur, öğretmen ceza verir ve tüm sınıf eşofmanlarıyla bütün ders saati boyunca (45-90 dakika) ders sıralarında hareketsiz oturmaya zorlanır veya birkaç top verilir ve öğrencilerin tekniğini öğrenmeden, kurallarını bilmeden birbirlerine top atıp sakatlanmaları izlenir. Suçlu kim? GELİŞİMSEL OLMAYAN BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENLERİ VE MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI

Sporcu olacak çocuk ergenliğe girer ve haliyle onun halinden anlayabilecek bilgi, yetkinlik ve tecrübeye sahip bir kişi bile olmadığı için herkes tarafından aşağılanır. Sevgilisi, ailesi, öğretmenleri, rehberlik öğretmeni dahil. Ailesi, notları düşen derslerini göstererek, "oğlum okumayacaksan baban tamirciye versin seni, ya da git en azından spor bölümünü bitir, orada olmayan beynini kullanman gerekmeyecek, senin gibi tembellerin yapabileceği tek bölüm orası. Bari elinde bir lise diploman olsun" gibi ebeveynlerin cehaletini ve sığlığını ortaya koyan monologlar gelişir ve sporcu olacak öğrenci, kendisinin gerçekten gerizekalı olduğunu düşünmeye başlayıp bu aldanışla spor bölümünü seçer. Oradakiler de ondan farklı değillerdir. Halbuki birçoğu doğru yönlendirilse, bambaşka mesleklerde başarı gösterebilecek bireyler olabileceklerken hepsi de gün boyu resmi okul kıyafeti giymek yerine eşofman giymenin ve top peşinden koşturup analitik düşünmek zorunda kalmamanın konforunu kısa bir süre için yaşarlar.

Lise biter ve spor akademisi sınavlarında ilk defa sağlam sportif performans beklentisi ile karşılaşan öğrenci, kendini askerde gibi hisseder. Nasıl 3000 metreyi x dakikada koşacağım, nasıl şu kadar mekik, şu kadar şınav çekeceğim diye kara kara düşünürken, aldığı kiloları fark eder. Bir spor okuluna veya hocaya verilir, akademi sınavlarına hazırlanır. Bazısı kalır, (eğitmeni bilinçliyse) bazısı geçer.

Bir şekilde akademiyi okusun okumasın, mezun olsun olmasın, artık bu gencin yapabileceği tek şey sporculuktur. Sporculuk? O da ne? Öyle bir meslek mi var? VAR (medeni ülkelerde) Peki ne yapar bu birey? Özellikle de o kadar yıl analitik düşünmeden uzak tutularak vakti öldürülen ve akademi sonrası öğretmen olabilmesi için yine analitik sorularla dolu bir sınavı geçmesi gereken, geçse bile ardından atanmayı bekleyen. SUÇLU KİM? ÖSYM

Eh bu kadar engel bile öğretmenlikten vazgeçmeyi veya onu da deneyeyim ama öğretmen olarak atanıp hesabıma para yatana kadar yaşamam ve kazanmam gereken diyen sporcu, yarışlara katılıp para kazanmayı, öne çıkıp ünlü olmayı, yurt dışında kendini gösterip "paçasını kurtarmayı" aklına koyar.

Paçayı kurtarmak deyimi en çok sporculara yakışır. Çünkü gerçekten de hepimiz, paçamızdan aşağı çekilen, yükselmemiz engellenen bireyleriz.

Sporculuğu meslek olarak kabul eden yok ( = Saygınlık yok)

Sporcu, özel bir kurumda antrenör olmayı seçse, şehrin en lüks otelinin veya en büyük spor salonunun antrenörü de olsa maddi olarak hayatını konforlu şekilde sürdürebileceği kazancı yok ( = Değeri yok)

Bazı maddelerde özellikle atlet olarak düşünmenizi istiyorum.

Sporcunun sağlıklı ve motive şekilde düzenli antrenman yapabileceği alanlar yok ( = Değeri yok)
Tesisler yok veya varolan tesislere girme hakkı yok ( = Sinek kadar değeri yok, sinek bile girebilir, sporcu giremez)

Federasyonu yeterli sayıda yarış yapmaz, yapsa da harcırahını ya vermez, ya zamanında yatırmaz, ya rayici düşük tutar, masrafa değmez, para ödülü yoktur, sırf yarış yapılsın diye yapılır)

Özel yarışlara federasyon desteği yoktur, rakip veya düşman gibi görülür, engellenir veya ikinci, üçüncü yılında yarış ortadan kaldırılır.

1. Geleneksel ... yarışı diye saçma isimlerle karşılaşırsınız çünkü 2. yıl yapılacağı belli değildir.

Sporcu bakar, ülkesinde yılda 2 maraton vardır, yurtdışında 5000 tane. Oradaki rakiplerinin neden daha iyi olabileceklerini kavrar ve biraz dili de varsa yurtdışındaki makul yarışlara gitmek ister. Ülkesine bakar, destek olur mu diye, arkasında kimseyi göremez. Yurtdışı gümrüklerinde sürünür, mülteci olmadığını inandırana kadar dil döker.

Her yarış sonunda kaçıncı geldin diye soran binlerce geniş görüşlü dostu vardır. Çünkü bizim ülkemizde sıra sayı sıfatı önemlidir, yani nicelik önemsenir, niteliği takan yoktur. O yarışı nasıl kazandığı kimsenin umrunda değildir, ister sakatlansın, ister doping kullansın (ama ortaya çıkmasın), ister hile yapsın, ister hakemi satın alsın. Yensin de ne olursa olsun!

1.gelmemişsen vay haline. 2. veya 3.gelmişsen yine de sana yüzsüzce fırça atacak antrenörlerin vardır ülkede, pedagojiden, empatiden bihaber olan.
Hele 4. ya da 5. olmuşsan, bittin! Hiç katılmamış ol, sakat ol daha iyi. Oğlum, kızım biz seni niye oralara kadar götürdük, cebimizden masraf yaptık, sen gezesin, fotoğraf çekilip hava atasın diye mi?
Kazanasın diye!

Sanki her yarışta 1.olmak zorundalarmış gibi bir AĞIR misyon ve sorumluluk yüklenir sporculara. Onlar da bakar, demek benim değerim yok ve 1. olmadıkça değerim asla olamayacak, adımı ancak böyle duyurabileceğim, ödülleri ancak böyle kazanabileceğim, 2.olarak bile ülkeme dönsem kimse yüzüme bakmayacağı gibi bakanlar da sadece koca bir yuh çekecek, benim o zaman ne olursa olsun 1.gelmem lazım deyip gereğini yerine getirirler.

Eh bu insanlar, insanüstü varlık değiller ki. Öyle sanayide parça taktırıp modifiye etmeye, soba borusu egzozla kuru gürültü yapmaya benzemez. Rakibin çok sağlam, disiplinli çalışıyor, çok yarışa katılıyor, erken yaşta başlıyor, ailesi, arkadaşları, eşi, ülkesince destekleniyor, sadece morali senin 10 katın önünde! ve bir sporbilimci olarak araya bilgi ekleyeyim, birçok spor branşında motivasyon, kondüsyondan çok daha önemli bir performans belirleyicisidir.

Hala herkes Aslı'yı suçluyor. Aslı unutulacak başkaları gelecek fakat sorunun sebebini algılayamadığınız sürece siz sadece yeni günah keçileri bulmakla meşgul olup kaybetmeye devam edeceksiniz.

Ekleme : Bu bir insan, bir vatandaş ve bir sporcu, hırsız değil, vatan haini hiç değil. Burada doping'i meşru göstermiyorum, aksine kültürün "yabani" olduğu spora ve dolayısıyla sporcuya, sırf tv'de ve uluslararası arenada boy gösterebilecek kadar yükseldiğinde gösterilen samimiyetsiz, yapmacık ve çıkar sebepli anlık aşırı hayranlığı dile getiriyorum. O sporcu, yükselmeye çalışırken, hiçbiriniz, devlet yöneticileri de, halk da dahil, yanında değildiniz, o zaman şimdi bırakın bu yersiz gururlanmayı, çünkü o kişi oraya size rağmen ve ancak dopingle çıkabildi.

Suçlu kim? SPOR BAKANLIĞI, BAĞLI BULUNDUĞU FEDERASYON YETKİLİLERİ ve üstte büyük harflerle yazılı herkes.

Karşılıksız ve koşulsuz sevmeyi, değer vermeyi öğreneceğiniz gün, zaten kazanan siz olacaksınız.



Tam 100 yıl gerimizde yaşamış fakat bizden 100 yıl bile ileride bir zekaya ve bilince sahip Atatürk'ün spor üzerine söylediği sözleri bu vesileyle hatırlatalım;

Yeni neslin fikri ve bedeni eğitimi için genç dernekleri ve izcilik ele alınmalıdır.
Gençler 12 yaşından itibaren esaslar dahilinde yetiştirilmelidir.
Beden eğitimi okullarda programlı olmalıdır.
Spor kulüplerinde sağlığın korunması, spor fizyolojisi ele alınmalıdır.
Spor kulüp başkanları siyasetin dışında kalmalıdır.
Beden eğitimi ders Saatleri arttırılmalıdır.


Fatih Buzgan
Online Kişisel Antrenör @ http://www.fatihbuzgan.com
2:45 Maratoncu ve Half Ironman


Diğer faydalı makalelerim için tıklayın: http://fatihbuzgan.blogspot.com