28 Kasım 2015 Cumartesi

Nasıl iyi insan ve iyi toplum olunur?



Önce kendimize şu soruyu soralım; Bizi kötülükler, kötü haber ve bilgiler mi heyecanlandırıp mutlu eder, yoksa iyilikler ve iyi haberler mi? Uzun zamandır yaygın şekilde görülen şu ki, kötü olay, olgu ve kişilerden zevk alan, bu olgu ve kişileri yücelten (Hatta bazıları için tapan fiilini kullansak daha doğru olur) insanlar haline getirildik.

Neden getirildik? Çünkü sürü psikolojisine tam uyan yaşantılarımız var. Eskiden sürekli söz edilen örf, adet, gelenek ve göreneklerimiz vardı değil mi? Aslında hepsi hala var, fakat doğru ve işe yarayanları da var, yanlış olanları da var ve inatla sürdürülmeye çalışılıyor!

Hayatta mutlak doğrular vardır, artık kesinliği defalarca kanıtlanmış ve tekrar tartışması mantıksız ve vakit kaybı olan, dünyanın yuvarlak (hatta elips) olduğu, bir yılın 365 gün 6 saat olduğu ve bunun gibi birçoğu net ve doğru bilgi vardır. 

Diğer yandan "taşa basarsan hasta olursun", "sofrada gülünmez" ve daha birçok yanlış adetle de yetiştirilir ve bu yanlışları tüm benliğimizle kabul edip, hayatımız boyunca uygulayıp gelecek nesillere de yanlış şekilde aktarırız.

Şimdi perspektifi modern çağın bilgi araçlarından icat edilme sırasıyla gazete, radyo, televizyon ve bilgisayara çevirelim. Tüm bu araçlar, yeni keşfedildiklerinde modern çağın oluşup gelişmesi ve yaygınlaşmasında büyük olumlu etki sahibi olmuşlar ve bilginin değerini ortaya çıkarmışlardır. Dünyanın öbür ucunda yaşanan bir olay, yapılan bir araştırmanın sonucu ve her türlü gelişme her yere ulaştırılabilme özelliğini kazanmıştı. Böylelikle tüm haberlerin ve haber aktaranların, ne iletirse iletsinler, bizlere doğru bilgiler aktardıklarını düşündürmüşlerdir. Tabi bu bir zamanlar için doğru ve geçerliyken, her yeni icadın bir olumlu, bir de olumsuz yönlü kullanımı özellikle bu iletişim araçları için de geçerli olmaya başladı.

Bugün tv kanalı sahiplerine baktığımız zaman, sahiplerinin aslında zaten ülkeleri yönetenler ve ülkelerin gidişatına yön verenler olduklarını görüyoruz. Peki bu kadar büyük güç, yani hem ülkeyi yönetme, hem de halka her istediği bilgiyi inandıracak kitlesel iletişim araçlarının sahibi olma gücünün bileşimi yanlış ve ehli olmayan kişilerin elinde olduğunda tehlike doğurmaz mıydı? Elbette.

Sürünün başındaki koyun, henüz tecrübesiz, sağlıksız veya sakar ise, sürünün kalanı da onu takip edeceğinden sonları pek mutlu olamayacaktır. Aslında bugün yaşananlar da tam bu şekilde gerçekleşmektedir. Nitelikli olmayan fakat kendini nitelikli gibi göstermeye çalışan, parasal gücü elinde bulundurup buna bir de mevkisel gücünü ekleyen herkes, bir diğerine bazı bilgileri doğruymuş gibi inandırma amacındadır. 

Araştırmadan her şeyi doğru kabul eden kitleler de aslında olanlardan bihaber bir şekilde toplu yozlaşma ve katliama ortak olmaktadır. Peki tüm bunlar nasıl aşılabilir? Elbette bu birkaç cümle ile sınırlandırılabilecek bir yazının konusu değilse de (ve böyle bir yazıyı okuyabilecek nitelikle okur-yazar-algılar bir kitle bulmak da zorken) özet halinde fikir vermek en azından perspektif katabilmek adına fayda sağlayacaktır.

İyi insan, iyi birey, iyi eş, iyi ebeveyn, iyi işçi, iyi amir, iyi aile, iyi mahalle, şehir ve toplum olarak her şey değiştirilip düzeltilebilir.
İyi insan olabilmek için öncelikle şimdiye kadar her gün, her akşam, her gittiğiniz yerde (kahvede, işyerinde, evde, internette, misafirlikte, ziyaretlerinizde) adlarını zikrederek aslında kendilerine bilmeden prim verdiğiniz kötü yöneticilerin ve kişilerin bahsini bırakacaksınız. Olur mu öyle şey? Yani o kadar olay olacak ve biz bu yaşananları başkalarının da bilmesini sağlamayacağız, başımızı kuma mı gömeceğiz?

Öyle değil. Elbette okumaya, dinlemeye, araştırmaya ve çözüm üretmeye devam edeceğiz. Ancak şunu düşünün? Mesela bu yazıyı okuyan biri olarak 35-45 belki 55-60 yaşında bir vatandaşsınız. Tüm hayatınız boyunca konuştuğunuz siyaset ve yapılanların sonucunda, paylaşımlarınızın akabinde herhangi bir zerre kadar yanlışı doğruya çevirebildiniz mi? Ben cevaplayayım, HAYIR.
O zaman, şu özlü sözü hatırlayalım;

"Küçük beyinler insanlar, orta beyinler olaylar, büyük beyinler konular hakkında konuşur ve tartışırlar."

Doğru algıladığımızdan emin olmak için yine irdeleyelim; İyi birini (ister sanatçı olsun, ister bir vali olsun veya bir işçi olsun) büyük bir kitle sürekli konuşup bu kişiye dair bilgileri yaydığı müddetçe, tanınmışlığı ve hayran sayısı artar, değil mi? EVET
Aynı durum maalesef, kötü biri için de geçerlidir. Yani kötü birisi, hakkında ne kadar bahsedilirse, o kişinin kötü olduğu için daha geriye itilip etkisiz hale gelmesine sebep olmadığı gibi, aksine daha popüler, takipçisi olan, bir yandan yeni hayranlar da kazanan (çünkü popüler olan, kötü de olsa  beğenilendir!) biri haline gelir.

Size daima olumlu ve faydalı bilgi veren, sizi geliştiren paylaşımlarda bulunan insanları takip edin, izleyin, dinleyin, okuyun, görüşün, buluşun, vakit geçirin. Ünlü, zengin veya makam sahibi olmasalar bile size değer katacaklarından emin olabilirsiniz.

Kendinizi geliştirdiniz diyelim, ya eşiniz? Siz sinemaya giderken eşinizi götürürken, bisiklet turuna çıktığınızda da eşinizi götürüyor musunuz? Yoksa onu bu zevkten ve sosyalleşme aracından mahrum mu bırakıyorsunuz? Konsere eşinizle giderken, havuza yalnız mı gidiyorsunuz? Yüzme bilmiyor mu? Kursa kaydettirin!

Eşinizle hayli uyuşan ve her şeyi beraber yapan bir çiftsiniz diyelim. Çocuğunuzun bu uyumu hissetmemesi ve bundan mutlu olmaması mümkün değil, bu zaten doğal bir durumdur. Peki, çocuğunuza doğruları öğretiyor musunuz? Yoksa doğruların kişiye ve koşullara göre değişebileceğini her davranışınızla alıştırıp kaypak bir birey olması için elinizden geleni yapıyor musunuz? Kurnazlık bir zeka göstergesi değildir. Kurnaz insanların başarılarının daima kısa süreli olduğunu görebilirsiniz.

Bu durumda önce kendiniz, sonra eşiniz/partneriniz, sonra da çocuğunuzu mutlak doğrulara göre eğitip, artık kötü yönde kullanılan kitlesel iletişim araçlarından mümkün mertebe uzak durup, sadece kendi istediğiniz bilgiye erişip, diğer bilgi kaynaklarıyla tarafsızca kıyaslayabileceğiniz interneti faydalı bir şekilde kullanarak ve yaptığınız güzel iş ve davranışları, çevrenize de paylaşıp, onlarda umut, yaşama sevinci ve barış hislerini artıran, heveslendirip güzel işler yapmalarına dolaylı yoldan katkıda bulunan insanlar olarak iyi bir toplum olma yolunda somut adımlar atabilirsiniz.

Fatih Buzgan
Yaşam Koçu - Araştırmacı Yazar


Diğer faydalı makalelerim için tıklayın: http://fatihbuzgan.blogspot.com

Günde 4 Antrenman?



1.5 yıl kadar önce bir koşu kampı düzenleyip bunun etkinliğini facebook'ta oluşturmuşken, ülkenin çok bilmiş triatlon antrenörlerinden biri, etkinlik sayfamda katılımcılara 2 günde 4 antrenman yaptıracağımı okuduğunda, kendini kaybedip,
"Bu nasıl bir antrenörlüktür? Hangi kitapta 2 günde 4 antrenman yapıldığı yazıyor? Bunun bilimsel bir açıklaması var mı?" benzeri komik bir gafta bulunmuştu. Acı tarafı ise bu kişinin küçük yaşta birçok sporcusunun bulunmasıydı.

Antrenman ile yarış, tecrübesiz sporcu ve bazı antrenörlerce daima karıştırılan iki çok farklı olgudur. Yarış için antrenman yapılabileceği gibi, antrenman için de yarışılabilir (hedef yarış başka bir etkinlik ise). Ancak, antrenman = yarış eforu DEĞİLDİR. Bazı orta ve ileri düzey atletlerde yarış eforunda antrenman yapıldığı görülebilir ve bu verimli bir yöntemdir fakat her gün ard arda yarış eforuyla aynı mesafeyi antrenmanda geçmeniz mümkün müdür? Sağlıklı mıdır?

Günde 4 antrenman dahi yapabilirsiniz, eğer ileri düzey bilginiz varsa, vücudunuzu tanıyorsanız ve büyük hedefleriniz varsa tabi. 4 antrenmanın hepsinin de sizi yere düşürecek zorlukta olacağını düşünmek mantıklı değildir.

Hala gözünde canlanamamış olanlar için 1 günde 4 antrenman nasıl yapılır örneğini yazayım;

1) Sabah jog koşusu
2) Öğlen direnç çalışması
3) Öğleden sonra kuvvet çalışması
4) Akşamüstü hız koşusu

Bu durumda ne imiş? 2 günde de, 1 günde de 4 antrenman yapılabiliyormuş. Bu konuda daha birçok örnek verilebilir. Tabi böyle bir antrenman formatı sedanter birey için uygun olmayabilir, antrenör gözetiminde yapılması önerilir.

Makalede kullandığım fotoğrafımda göreceğiniz üzere, Dresden Maratonu finishimde o an ne kadar gücüm kaldıysa, hepsini (%100'ünü) ortaya koymuştum, tabi bu bir yarış ve yarıştaki süremi ve sıramı belirleyen son metrelerdi. Rakibimle ikimizin yüz ifadelerimizden de eforumuz anlaşılıyordur. Eğer her antrenmanınızda bu yüz ifadesine erişip, %100 efor sarf ederseniz, hiç merak etmeyin, bir süre sonra ya sakatlanırsınız, ya da sürantrene olursunuz.

Antrenmanın, yarış eforu anlamına gelmediğini ASLA unutmayın. Bütün hızlı koşucular, antrenmanlarında aynı zamanda yavaş koşabilen sporculardır.

Faydasını göreceğiniz diğer makalelerim için buraya tıklayın.

Herkese bol antrenman dolu günler.

Fatih Buzgan
Online Kişisel Antrenör, 2:45 Maratoncu, Half Ironman


Diğer faydalı makalelerim için tıklayın: http://fatihbuzgan.blogspot.com